Şifrenizi mi Unuttunuz?
Hesabınıza yeniden girebilmeniz için e-mail adresinize yeni şifrenizi göndereceğiz.
HIZLI MENÜ
Burdur'dan Yolu Geçenler

 

Aşil (Akhilleus, Ulis)

Eski Yunan Mitolojisikahramanlarından Aşil (Ulis), ölümlü bir baba olan Peleus ile bir tanrıça olan Thetis'in oğlu olan yarı tanrıdır. Dünyanın en büyük savaşçısı kabul edilir. Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biridir. Truva Savaşı'nın Grek kahramanlarının başında gelmekte ve Homeros'un İlyada mitolojik eserinde Greklerinin en büyük savaşçısı olarak başkarakterdedir. Aşil (Ulis, tanrıların gazabına uğrar.

Yunanistan’dan kovulur. Yolu Antalya yakınlarına düşer. Geceleri kutup yıldızına bakarak, kuzeye doğru ilerler. Karşısına bir göl çıkar ve o sırada gaibten bir sese ona Rumca ve eski Latince “Ezostas! (Burada dur!)” diye seslenir. Aşil burada durur ve burayı yurt tutar.

Selçuklular Anadolu fetihleri sırasında Burdur’u fethederler. Köyün ismini “Ezostas” olarak öğrenirler. Rumca bilmedikleri için manasını sorarlar. “Burada dur!” anlamına geldiğini öğrenirler. Buraya yerleşen Türkmen aşiretleri “Burada dur!” kelimesini zamanla “Burdur” olarak telaffuz etmeye başlarlar ve bu kelime şehrin yeni ismi olur.

Makedonya Kralı Büyük İskender

Büyük İskender’in MÖ 334’te Granikos Nehri’nde Pers ordusunu yenilgiye uğratması, Anadolu içlerine doğru ilerleyişini başlatmıştır. MÖ 333’te Issos Savaşı ile Pers Kralı III. Darius’u bozguna uğratan İskender, Anadolu’nun güney kıyılarına hâkim olmuştur. Bu zaferlerin ardından Pamfilya ve Pisidia’ya yönelen Makedon ordusu, Pers destekli yerel kentlerle karşılaşmıştır.

Sagalassos, Toros Dağları’nın batı uzantısında, yaklaşık 1500 metre rakımıyla yüksek ve doğal savunmaya uygun bir noktada kurulmuştur. Bu sayede MÖ 1. binyıl boyunca Persler başta olmak üzere dış saldırılara karşı direnç göstermiştir. Kentin surları, zengin su kaynakları ve tarım arazileri, onu bölgesel bir güç merkezi haline getirmiştir. Pisidia’daki kentlerin çoğu, bölgenin zorlu coğrafyası nedeniyle güçlü surlarla korunmaktaydı. Bu kentler arasında Sagalassos, coğrafi avantajları ve yerel direnişiyle İskender’in karşısında önemli bir engel teşkil etmiştir. Antik kaynaklar, Sagalassos halkının Persler ile ittifak içinde olduğunu bildirmektedir. Antik tarihçi Arrian, Sagalassos halkının İskender’e karşı sert bir direniş gösterdiğini aktarır. Kentin yüksek surları ve dar geçitleri, Makedon ordusunu zorlamış, ancak İskender’in 3 askerlerinin flanking (kanat çevirme) taktiği, bölgedeki diğer kentlere göre daha zorlu olan Sagalassos’un kısa sürede teslim olmasına neden olmuştur.

Bu düşüş, Pisidia’nın geneli için önemli bir dönüm noktası olmuş ve özellikle Termessos dışındaki diğer kentlerin direnişinin kırılmasını sağlamıştır. Büyük İskender’in Sagalassos’u işagli, Anadolu’daki Pers hakimiyetinin çözülmesinde kritik bir adım olmuş ve İskender’in Anadolu içlerine daha derinlemesine ilerlemesinin önünü açmıştır.

Sagalassos’un alınmasından sonra İskender, kentin yönetimini yerel bir Pers yanlısı aristokrattan alarak Helenistik bir idari yapıya dönüştürmüştür. Bu süreç, kentte Helen kültürünün yayılmasını hızlandırmıştır. İskender’in işgalinin ardından Sagalassos, Helenistik kültür etkisine açık hale gelmiştir.

Kent, Bergama Krallığı’nın ve daha sonra Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında gelişimini sürdürmüştür. Arkeolojik kazılar, kentin tiyatrosu, hamamları, çeşmeleri ve anıtsal heykelleriyle Sagalassos, İskender sonrası dönemde kültürel olarak da dönüşerek Helenistik ve Roma dünyasının önemli bir parçası haline gelmiştir.

Fransa Kralı VII. Louis

Fransa Kralı VII. Louis, 1137 yılında ağabeyinin ölümü üzerine beklenmedik şekilde tahta çıktı. Capet Hanedanı’nın genç bir üyesi olarak krallık sorumluluğunu devraldığında henüz 17 yaşındaydı. Aynı yıl zengin mirasa sahip Eleanor of Aquitaine ile evlenerek Fransa tacına geniş Aquitaine Dükalığı’nı kattı. Bu evlilik, Fransa Krallığı’nı Avrupa’nın en güçlü feodal toprak ağlarından biri haline getirdi. Dindarlığı ve kiliseye bağlılığıyla tanınan Louis, hükümdarlığının ilk yıllarında kilise otoritesini destekleyen ve papalığa sadık bir kral portresi çizdi.

1144’te Haçlı Kontluğu Edessa(Urfa)’nın Müslümanlar tarafından geri alınması, Batı Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Papa III. Eugenius’un çağrısı üzerine Louis, derin inancı ve Hristiyan dünyasındaki lider konumunu pekiştirmek amacıyla 2. Haçlı Seferi’ne katılmaya karar verdi. Kral, sefer için Fransa genelinde vaazlar verdirerek hem halktan hem de soylulardan destek topladı. Ordusunu toplarken mali kaynak bulmak amacıyla geniş çaplı vergiler koydu, kraliyet hazinesinden büyük harcamalar yaptı. Kraliçe Eleanor da kendi vasallarıyla birlikte sefere katıldı; bu durum seferi bir hanedan girişimi haline getirerek Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

Haçlı Seferi sırasında VII. Louis komutasındaki Fransız ordusu, Anadolu’dan geçerken Selçuklu Türkleriyle zorlu çatışmalara girdi. 1147 yılında Fransızlar, özellikle Efes yakınlarında ve ardından Denizli civarında Selçuklu akınlarına karşı zor durumda kaldı. Anadolu’nun dağlık arazisi, zorlu iklim koşulları ve yiyecek sıkıntısı, Haçlı ordusunun düzenini bozdu. Selçuklu kuvvetleri, ani baskınlarla Haçlıları yıpratarak ağır kayıplar verdirdiBu ağır kayıplar, Louis’nin Kudüs’e ulaşma planını sekteye uğrattı ve seferin başarısızlığının başlıca nedenlerinden biri oldu.

Burdur çevresinde meydana gelen önemli bir olayda, II. Haçlı ordusuyla yapılan mücadelelerdir. İç Anadolu’nun güvenli bir bölge olmadığını öğrenen Fransa Kralı VII. Louis, emrindeki orduyla Batı Anadolu’dan Antalya’ya doğru ilerlemeye başladı. Ancak bu ilerleyiş esnasında zaman zaman Türklerin taarruzlarına maruz kalıyor ve büyük kayıplar veriyorlardı. Bu mücadelelerden biri de 8 Ocak 1148 tarihinde Kazıkbeli Savaşı’dır. Bu savaşta bozguna uğrayan Haçlı ordusu, dar geçitlerde pusuya düşürülerek büyük bir bölümü kılıçtan geçirildi ya da esir edildi. Türklerin geri çekilmesiyle birlikte Antalya’ya doğru ilerlemeye devam ettiler.

Gölhisar ile Erle (İrle-Yeşilova)-Tefenni üzerinden Antalya’ya ulaşmaya çalışan Haçlı ordusuna Türkler tarafından birçok taarruzlar yapıldı ve ağır kayıplar verdirildi.

Ancak sefer lojistik sorunlar, liderler arası anlaşmazlıklar ve kötü hava şartları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Kudüs yerine Anadolu’da ordusu ağır kayıplar veren Louis, moral bozukluğu içinde Fransa’ya döndü. Bu yolculuk çiftin evliliğini de sarstı; sefer dönüşünde Louis ile Eleanor boşandı ve Eleanor İngiltere Kralı II. Henry ile evlenerek Aquitaine topraklarını İngiltere’ye taşıdı. Bu olay, ilerleyen yüzyıllarda Fransız-İngiliz çekişmesinin temel taşlarından biri haline geldi.

İbn Battûta

İbn Battûta (tam adıyla Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Lavati et-Tancı), 1304 yılında Fas’ın Tanca şehrinde doğmuş ünlü bir Berberi seyyah ve gezginidir. Genç yaşta İslam dünyasında hac vazifesini yerine getirmek amacıyla Mekke’ye gitmek için yola çıkmış, bu hac yolculuğu 30 yıla yayılan devasa bir keşif serüvenine dönüşmüştür.

Ortaçağ'ın en büyük Müslüman seyyahıdır. İbn Battûta, Marko Polo ile birlikte Ortaçağ'ın en büyük iki seyyahından biridir ve hatta çok daha geniş bir alanı gezmesi, üç kıtada en önemli kültür merkezlerine ulaşması sebebiyle Marko Polo'yu geride bırakmıştır. İbn Battûta 5 gezdiği birçok ülkede sosyal hayata karışmış, evlilikler yapmış ve hatıralarını hiçbir şüpheye yer bırakmadan güvenilir birine yazdırmıştır.

İbn Battûta eserinde insan unsuruna en fazla yer veren seyyahtır. Çeşitli milletlerin giyim kuşamı, adetleri ve inançları hususunda ayrıntılara inmesi bazı araştırmacılar tarafından ilk antropologlardan, bazılarınca da ilk etnologlardan sayılmasına yol açmıştır. Seyahatleri sırasında sultanların, emirlerin, tüccarların ve sıradan insanların yaşamlarına dair değerli gözlemler yapmıştır. İbn Battûta seyahatnamesinde gezdiği ülkelerin coğrafyası ve ekonomisi hakkında da ayrıntılı bilgiler vermiştir. 1325’ten 1354’e kadar Kuzey Afrika, Orta Doğu, Doğu Afrika, Orta Asya, Hindistan, Maldivler, Sri Lanka, Endonezya ve Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı gezmiştir. İbn Battûta, yolculuklarının sonunda Fas’a dönerek “Tuhfetü’n-Nûzzar fî Garâibi’lEmsâr ve Acâibi’l-Esfâr” diye isimlendirilen, yaygın olarak “Rıhle” diye bilinen ve Türkçe'de “İbn Battuta Seyahatnamesi” ismiyle anılan Ortaçağın en büyük seyahatnamelerinden birisini yazmıştır.

Hamidoğlu Necmeddin İshak Bey’in beyliği zamanında, Hicri 733 (Miladi 1332-1333) yıllarında Anadolu’yu ziyaret eden ünlü Arap seyyahı İbn Battûta, sırasıyla Antalya, Burdur, Isparta, Eğirdir ve Gölhisar’a gitmiştir. Seyahatnamesinde Burdur ve Gölhisar hakkında geniş bilgilere yer vermiştir.

İbn Battûta’nın seyahatnamesinin Burdur’u anlatan bölümünde; “Oradan (Antalya’dan) Burdur’a hareket ettik. Burası, bağları, bahçeleri ve akarsuları bol olan küçük bir kasabadır. Kalesi yüksek bir dağın tepesindedir. Burada şehrin hatibinin evine gittik. Ahiler toplanıp kendilerine misafir olmamızı istedilerse de hatip buna razı olmadı. Bunun üzerine içlerinden birinin bağında bir ziyafet düzenlediler ve bizi oraya götürdüler. Gelişimizden dolayı duydukları neşe ve sevinç pek hayret verici idi. Onlar bizim lisanımızı bilmedikleri gibi, bizde onların dilinden anlamıyorduk. Aramızda tercüman dahi yoktu.” bilgilerine yer vermiştir.

Burdur’dan Isparta ve Eğirdir’e giden İbn-i Batuta, daha sonra Gölhisar’a gitmiştir. İbn Battûta Gölhisar’la ilgili olarak seyahatnamesinde; “Burası her yanından su ile çevrili küçük bir kasabadır. Gölde bol miktarda kamış yetişir. Şehre ancak bir yoldan girilebilir ki, bu da köprüye benzemekte olup, kamışlık ile göl arasında açılmış ve yalnız bir atlının geçebileceği genişliktedir. Kasaba suyun ortasındaki bir tepe üzerinde kurulmuştur. Orada ahilerin birinin zâviyesine indik. Gölhisar’ın hâkimi Mehmed Çelebi’dir. “Çelebi” Türk dilinde efendim demektir. Bu zât, Eğirdir hükümdarı olan Sultan Ebu İshak’ın kardeşidir.” bilgisini yazmıştır. İbn Battûta’nın verdiği bilgilerden o dönemde Anadolu’da kurulmuş bir esnaf teşkilatı olmasına karşın Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında, Anadolu insanının birleşip kaynaşmasında ve huzurunda çok büyük bir paya sahip olan Ahilik teşkilâtlarının Burdur ve Gölhisar’da da kurulmuş olduğunu görmekteyiz. Burdur’da Cami-i Kebir (Ulu Camii)’in bulunduğu tepeyi çevreleyen bir kalenin bulunduğu ayrıca Gölhisar’ın da o dönemde gölün içerisinde bulunduğunu bu seyahatnamedeki bilgilerden anlıyoruz.